09 Ocak 2025, 20:26 tarihinde eklendi

Sanrı

Sanrı

     Sanrılarımız içinde kurulan bu ebedi boşluğun temelinde yatan büyük çaresizlik vardı. Tutsaklığın sonucunda oluşan ıstırap kıvılcımları, bizi kendi pervanemiz peşinde dönmekten ziyade başka bir yola sürüklüyor, daha karmaşık bir döngüde, bizi biz olmamızı sağlayan yaşama arzularımızdan uzak tutuyordu. Sorgulamamıza dahi imkan tanınmayan toplumsal iç güdümlerde, cevabını gizli saklı perde arkalarında, içimizde bir sır tutar gibi yaşamamızı sağlayan veyahut zorunlu kılan toplumsal normlarda ararken, yaşamanın ne kadar heyecan verici yönü ve anlamı vardı ki? Gerçek bütün çıplaklığıyla ortada durduğu halde insan ona sırtını dönüp ayrı bir yol tutuyor ya da buna zorunlu bir şekilde itaat etmek zorunda kalıyorsa, sanrılarımız içinde boşluğa ebediyen gömülmeye mahkum kalacağımız gerçeği yadsınamazdı. Hiçbir şeyin hakikatten daha karmaşık, hakikatten daha çapraşık olmayışı da insanı felakete sürüklemeye neden oluyordu. Belki en çok korktuğumuz şey; toplumun süregelen kaygısız ve kayıtsızlığına katılmaktı. Değişim için yaptığımız her evrensel form ne kadar mükerrer ve muhteşem olursa olsun, akıbetinin yalnızca ilelebet çözülüp zeval bulmasından geçiyordu. Bunların çoğu insanın içinde yaşadığı çöküş dönemlerinin ayrılmaz bir karakteristiği olarak gelgeç heveslerden ibaret olacak, önüne çıkan ilk engelde ya körelecek ya da törpülenerek uyum sağlamak zorunda kalacaktı. Mesela bu karanlık dönemin her fanisi gibi o da boş bir kuruntudan başka bir şey olmayan benlik davasının kurbanı sayılacaktı. Üstelik bu durumda sahte kişilik ve karşı konulmaz pervanelerin ardında alçakgönüllü kılığına bürünmüş insanlar en iflah olmaz ve yola gelmezi olarak karşınızda belirecektir. Buna karşı doğan bütün huzursuzluk ve düzenlik, size gösterilmekte olan belirli kılıklara bürünmüş insanların bu düzenin ayakta tutulması gerektiği iddiasından vazgeçirmeyecekleridir. Bunlar zamanımızın uyutma, avutma ve uyuşturma faaliyetlerinin ağından faydalanan ve her nasılsa bunlardan nasibini almış kişilerdir. Dolayısıyla insanın kendisini açma ve açık tutma çabasında sadece yakın gerçeği değil, yakınlaşmakta olanı da düşünüp, hakimiyet ve sömürü çemberinin dışına kendisini atabilmelidir. Güdüsel meraklarımıza yenik düşme bizi standartlarımızdaki dürtülerimizin bağlılığı dışına çıkarmayıp, büyük sanrısal çaresizlik çukurunda cebelleşmenin ötesine geçirmeyecektir. Bir devrin şartları ne kadar elverişsiz olursa olsun, o elverişsizliği telafi eden yine bir devrin düşünce ve gerçekliği üzerindeki etkisi olacaktır.

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *