09 Ocak 2025, 20:35 tarihinde eklendi

Hiç

Hiç

      Kendinizi bir boşluğun hiçliğinde hissetmek. Buna bir anlam tanımlayamadan yalnızca tüm bedeninizin iliklerine kadar hiçliği hiç olmadığı kadar, hiç sayılmış gibi hissetmek sizde ne etki yaratırdı? Ya da sizde bırakılan hiçlik neydi? Anlamlandıramadığınız kocaman bir boşluk. 

      Varlık yaratıldı, onu biz yarattık ve sonra unuttuk. Yaşama tutunabilmek için başka seçeneğimiz yoktu. Sevgiyi, neşeyi, heyecanı, acıyı, hazzı, hırsı, nefreti oluşturan tüm kavramların yapı taşlarını oluşturan eğer bizlersek; bir hiçten ibaret olduğumuz da yadsınamaz gerçekliğiyle içimizde bir saplantı haline dönüşür. Yarattığımız duygu bileşimlerinde takılı kalmak, ruhumuzun sonsuzluğu ardında çırpınışlarımızın bir hezeyanı olarak enkaz altında kalmaya maruz bırakılır. Altında ezilmekte olduğumuz yankılarımız bizde nefret iç güdümüzü ortaya çıkarırken, var olduğumuzu duyumsarız. Bununla birlikte ortaya serdiğimiz, bilincimizin takılı kaldığı, devamlı acılar içinde yaralı ıstakozlar gibi sürünmelerimizi, birer saplantı haline getirip, çığırından çıkılamayacak hale büründürürüz kendimizi. Tıpkı bir bukalemunun anlık duygularına göre değişmekte olan renk pigmentleri gibi. Duygularımızı bir tuvale vurulan fırça darbeleriyle adeta sanatsal ve nefretle savurur, kaçış için kendimize rotalar oluşturarak öfkemizi de tanrı tanımazlığımızla ecelini vermekte olan birer canlı gibi çığlıklarla zalimce yok ederiz. Bilincimizde tanımlayıp anlam veremediğimiz saplantı, ardında nefreti getirirken, bizler de kendimizi o boşluğun içerisinde birer hiç hissetmeye mahkum kılıp, sınırlar koyarız. Oysa sınır bir şeyin durduğu yerde değil, tam tersine aslında başladığı yerde ortaya çıkar. Ve nihayet, varlık hiyerarşisinin en altında yatan mutlak gerçekliği en uzağımızda hissederek, hiç olur gideriz. Nefret ise tam da burada bizi kör noktada köşeye sıkıştırıp, içinden çıkılamaz bir algoritmanın ortasında bırakır. Varlığın yoksunluğuyla kimliği ve faaliyeti için gerekli olan gerçekliğin olmayışı arasında sıkışıp kalmak, çok uzaklarda olağan dışı bir maddeye dönüşmek kadar tiksinti vericidir. Yaşayanlar olarak bu durumu anlayabilecek olsaydık, temel algı düzeyimiz varlık tanımımıza bağlı olmazdı ve duygularımızı kontrol edebilme noktasında içimizdeki çığlıklarımızı susturma karmaşasında da bulunmamış olurduk. 

      İnsan zamanın ötesinde her şeyi değerlendiren ve her şeye belirli anlamlar yüklemeye münasip bir varlık olmasından dolayı, hiçliği de her şey olmanın ya da bir şey olmanın ötesine koyma yükümlülüğünü omuzlarından atamaz ve hiçliği dahi bir şey olma eylemine zorunlu hale getirir. Dolayısıyla evreni, hayatı ve insanları varoluşun bütünlüğünde anlamsız bulmak, bir boşluğun hiçliğinde hissetmek kadar zordur ve dünyalar arasında en kötüsü olarak ilanını sürdürür. Yaşamın bize ortak paydada sunduğu şölen boşluktaki hiçlikse, nefreti de sunan hiçliğin ta kendisidir. Çünkü bizler yalnızca var olandan nefret edebiliriz. Hiçliği son derece tehlikeli bir saplantı yapan şey de budur.  

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *